Kaside-i Kudüm

Hayhakk çektin perdeyi viran ettin sineyi

Her bir nefeste cevlan ider binbir tecelli

Kalb-i mecruha yok mu bir teselli:

Ayn ü şin ü kaf kudumünle aşka geldi

Can u dil ü kaff vusulunle nutka geldi

Akl u irfan yayın ile tuşa geldi

Aşık ü rindan meyin ile nuşa geldi

Mah ü şems kemalin devrane geldi

Cinn ü ins cemalin seyrane geldi

….. kulun dergahına pervane geldi

Efendim ateş-i aşkınla suzane geldi

________________________________________________________

Mehmet DEMİRHAN

Sevmek Seni Ey Şehir

Sevmek seni ey şehir,

İçimin ışıklarını boğar senin titrek ışıkların

Gecenin buğulu, buhranlı gözlerinde

Yaralı yüreklerin ıssız aşkları

Koynunda uyutur da sabaha dek

Sokağında salınırlar gündüzün perdesinde

Sevmek seni ey şehir

Ruhumun seslerini dinlerim

Sokağa açılan penceremden

Seslerin gelir yaslanır içime

Ben duyarım sabaha dek acılı yüreklerin

İniltili uykularını

Zaten bir sen anladın kevakib

Bir de bu şehir

Dağların taşların desem

Yüreğimden daha mı

Kalabalıktır sokakların

Benden daha mı yalnızsın bilmem

Hiç boşalmayan caddelerinde

Hiç uyumaz hiç dinlenmez misin

Gözlerini kapatıp bir an dalmaz mısın derinlere

Sevmek seni ey şehir

Yaralı bir kuş kalbimde titreyip durur

Doğmak,büyümek,aşık olmak,ağlamak

Hep senin koynunda senin bağrında

Batan kızıl güneşin

Mavin ,yeşilin, her yerin her şeyin

İçimde aşk dışımda sen ey şehir

Bir gün Haliç’ te sislerin arasından sızan güneşlerin

Bir gün İstinye ‘de

Marmaranın koynunda danseden yunusların

Bazen Eminönü çağıl çağıl insanların

Gelir durur tam karşımda ,aynamda

Sevmek seni ey şehir

Kızgın bir yaz günü koymak alnımı serin Sultanahmet’ te

Merhametin göğsüne

Binsem 128 ‘e ;uzansam uyanışa

Dönsem yüzümü Sarıyer’ e en güzel rüyama

Ne yesem ne içsem hep sen her yerde sen her şeyim sen

Her şeyim sen de….

_________________________________________________________

KEVAKİB

Gökyüzü

Yüzün oluyor bakınca gökyüzü

Sonsuzluğuna kanat açışlarım yarıyor çizgilerini

Martıların boynu bükük / Saçlarına karışıyor gökyüzü

Gözlerin dağılıyor göğümün karanlıklarına

Her yıldız bir ümit vuslatıma

Gökkuşakları açılıyor rüyalarımın ufuklarına

Uçuyorum uçuyorum

Yüzün oluyor bakınca gökyüzü

Yüzün oluyor bakınca denizler

Enginliğine dalmak, dağılmak istiyorum

Medcezirleri çağırıyor gönlümün sularını

en derinlerden derin yüzüyor ruhum

ellerin dalgalandırıyor hiç durulmayan hayallerimi

her yakamoz bir ümit vuslatıma

Gölgen dağılıyor rüyalarımın deryalarına

yüzüyorum yüzüyorum

yüzün oluyor bakınca denizler

yüzün oluyor bakınca ateşler, yakıyor

ibrahim’in ateşleri oluyor yüzün

güller kadar / güller gibi aşkın

yüzün oluyor bakınca / zannediyorum

yoksun

______________________________

KEVAKİB

Bir Çocuk Bir Mağarada Bu Şiiri Okuyor

kapı

geliyorlar yazı hiçe sayarak ellerini ovuşturuyorlar

bu adamlar siz bilmezsiniz emanete saygısızlık ettiler çok uzun zaman önce

kadınları vardı onları mahkum ettiler bir kez olsun düşünmediler

ben de tuttum bu şiire başladım su içmeye başlar gibi sakınmasız

düşünmedim çünkü sevmem uzun boylu düşünmeyi istemem hesaplı kitaplı

mesela bu dize buraya olmuş mu gibi ne giysem gri pantolonumun altına gibişaşırmak istiyorsan başka kapıya eğlenmek istiyorsan lunaparklara centerlara

bu da şunun gibi: nuh gemisini yapınca şaşırmamış büyüklüğüne

bu da şunun gibi: bir kız büyüyünce keşfetmiş önemi yokları rica ederimleri

epik yahut ipek sertleşip kabuk bağlamak büsbütün tastamam turgut uyarla ben

ayarlıyız mı ayarlıyız mahkumuz mu mahkumuz bir masaya dosyalara

ustam ölmüşse demek ki bana kalır bu sıkıntıyı satmak güzelleşir dillerimiz

taşınma

tevrattaki incildeki ve kitaptaki musa öğüt vermiş halkına

haydi mi demiş ne gidelim buralardan yağmadan kırmızı renkli ölüm

vallaha demiş bozkırlı bir şakirdi şu buğdayı kaldırmadan gitmem bir yere

musa da ne yapsın bıldırcın diyememiş açmamış kudret helvası bahsini

kızmış kendi kendine kanatmış dudağını ece ayhan moru gibi olmuş suratı

Allah demiş yanmış dili Allah deyince onlar öyle adamlar devrimci gibi

bu da şunun gibi: bir delikanlı sarkıp bir ustalığa bir kutu yapmış mı yapmış

şimdi ben taşındım insansız kaldım öksürük tuttu özledim eskileri

inanmazsanız göstereyim işte bu odada sürecek forsalığım

akşam sofralarını hatırlayarak geçecek günlerim içime eğileceğim

bakacağım pek bir şey yok incecik kalıp eprimiş ruhumdan başka

iplemiyorum onu da çoktandır yani görsem ne olur görmesem ne

kağıtlar lazım bana borsada tavan yapanlarından araba lazım ev lazım

kasnak

poplin gömlek çift düğmeli yaka tıraşlı surat trajik iş görüşmeleri

öğrenmek istiyorum beyefendi nedir sizin derdiniz kimi satacaktınız

az önce salladım kendimi olmayan bir salıncakta demek ki hayaldi

zarifoğlu olsa tam üç sayfa anlatır kalabalıktır onun çünkü şiiri

ben dokunur geçerim dokunuyormuş gibi bir kasnağa bir yemeni

bu da şunun gibi: uzatıp ellerini avcı kartal alıcı kartal şarkı söyler

benim yarim takmaz bunu, oturup yüreğini bir çevreyle karşılar

toprağa kan karışır aklımıza uçurtmalar takılır kurşunlanır askerler

beni ne olur affet bunca lafı üst üste koyup söylüyorum beni affet

askerleri affetme sütten kesilmemiş oğlakları ne olursun affet

bahçeleri affetme affetmeyeceksen ama çiçekleri affedebilirsin

şimdi bir çocuk bir mağarada dert anlatır bu şiiri okuyarak

o çocuk affedebilir bizi ama bilemem biz affeder miyiz kendimizi

yabancıyız çünkü teşne değiliz yaltaklanmayız kalbimize

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Ölüm İlahisi

her şeyi izah edeceğim size, yeni baştan anlatacağım her şeyi
sabırlı taşlar bulup denizlerde sektirerek, yaşlı balıkçılarla sigara tüttürerek
uzun uzadıya, uzay boşluğuna, türklüğe, imanın şartlarına dair ne biliyorsam
neyi bilmediğimi biliyorsam, neyi gereksiz buluyorsam, oturup erzurumlu emrah gibi
sazımı kaybettim, bu bir; inemem şimdi korkarım dik yamaçlardan, bu iki
ne de olsa penceresi örülmüş evlerde bize düşer hayal etmek cinnet geçiren rum kadınlarını
şimdi sorsam söylemezler ben ne yakışıklıyım, ne kadar benziyorum kendime
sorsam, ormanların, cambazların, takma gözlü kedilerin serencamını
sorsam, bir gizli bakıştı ben onu orada buldum bırakmadığım yerde buldum ben onu
sorsam, sevgili hane halkı, kalabalık sevgili, nedir gelecek olan ve nedir gelecek olan
hem ben açık açık anlatamam, ağaçları anlatamam, defne yapraklarını, bulutları
rüzgara karşı, çarşılı karşı, karşılı ikinci, çarşı yeni, döndüm ırmaklardan sağım solum numara
göklerde biriken o işveli sular birazdan üstümüze başımıza, ah bizim başımıza bizim
bizim başımıza, yakındır, bir gelecek var, işte bundadır çapraz astım ya tüfeklerimi
yokladım öyle olurmuş yoklarmış insan kendini bilirmiş ölmeye yakın
geçen cenaze arabalarından bir ders çıkartmaya çalışarak ölmeye yakın
bir kadının uzunca sinirli parmakları bir kadının işte ben öldüm sıra sende
sırası gelen, ipten atlamak için beklerdi, neydi ölüm: bir masal, neydi masal: ben bilmem
bilen bilir felsefe yitiktir, bizim memleketin malıdır, şiire benzer, yoktur alıcısı
salma saldım rüzgara, uçurtma sandım meğer kayan yıldızmış
meğer şarkıları bu orkestra söylemeye başlarmış gecenin bir yarısı prova
küdüm, ney, top atışları, devlet töreni ve dizlerini ovuşturan bir yalnız bir adam bir paltolu
alkışlıyor ölümü, çünkü biliyor, okşuyor kadim dostu çomarın geçmeyen yarasını

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Açıl Susam Açıl

nektarin. yaz bitti

soluklandım gölge aradım dedim ne ki kendime

eziyet başlar gökyüzü biter vakit vakittir kuşlar kuş

uzaktan dokunmak gibi bir kızın parmak uçlarında yükselmesi

rüya görüp uyandım kabus görüp uyandım uçurtma görüp uyandımböyle başladı uyanışım

yanınızda sokağınızda evinizde durup durup işkillendim

ben geldim ergen oldum tüysüz bir kılıksız bir serseri bir rüzgar

kadıköyün gök yoksunu bekar hanelerinde hey

işte bu da kırmızı dokuzlu ve kayserili ve çankırılı ve ankaralı bebeler

kafayı bir paslı geçmişe gömüp küfür edip memleketin yedi sülalesine

az çorba az çay az insan az mutluluk kral fm aha bi de şeriatiynen seyyid kutup

şeftali. yaz bitti.

uçtuk mesela uçmayı öğrenmeyi mesela sevmeyi ama en çok olmayacak kızları

mersedesimiz olmaması yüzündendi yoksa yakışıklı sayılırdık

buğday yeniği gibi ufak kara noktaları saymazsak yüzümüzde

kızınca şişen boynumuzu ve bakmayı bilmememizi saymazsak

adamdan sayılmazsak ulan bu şehri yakar ranzada hayal kurarız

içimizi ısıtacak sevgilimiz yoksa yakacak nemiz kalmış

bi fal açarız bi kabus yaşarız bakarsın yaz bitmiş

bakarsın kızlar gitmiş üsküdara bakarsın müdür olmuş ankaralı bebeler

bakarsın hassiktir.

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Çok Terli Yaz

sokağa çık, üstün başın, kekeme dilinle sokağa çık ve anlat bunu herkese

ölü balık gibi bakan şu kadına, uyuklayan şu yolcuya, şu dakikaya

şu dakikaya istesek sığabilecek resimler var gözü yok ressamların resimleri var

ordan bakınca görünenin, ordan bakınca bir şey görünmez puslu isli bilyeler

çocuklar saklı bahçede saklambaç oynayan erik gözlü çok terli yaz gibi

kesik kesik denenebilir ölmek, kesik kesik başlanabilir şiire, bilincin akması gibi

genellemeler yapılabilir eski komünistler hakkında, politika ve magazin hakkında

kadersiz emeksiz kimsesiz kızlı erkekli hayata karşı bir dakika iki dakika üç

ben bu şarkıları olan adamdan daha çok biliyorum sokakları demek ki boşuna

boşuna değil sokağa çık demem, reklam değil, efsane, esatir, masal değil, sokağa çık

sokakta başıboş serseriler, fazla meşgul adamlar, başkenti tutanlar, tribünü yakanlar

artık kimsecikler yok diyorum, inanın, artık kimsecikler yok bir çılgınlıktan başka

amin yok, dua yok, ağır tütsü, balıkçı yaka kazaklar yok, işçiler yok

resimler yok oluyor, çakı gibi delikanlılar, kalem gibi kızlar, yok oluyor resimlerdeki her şey

sıkıcı şeyler, bundes liga mesela.

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Dört Kitapta Yeri Var

aşk ayrı: onun için bir çocuğun anne demesi gerekir

ateşli hastalık, isabetsiz bir görüş, bunun gibi şeyler

birinin üzüntüden avazı çıktığı kadar bağırması gerekir

yazılan, çizilen, okunan, söylenen, karıştıran aklımızı

esatir gibi söylenip duran dilden dile, ne sandınız

hangi sandıkta buldunuz böyle içimizi, böyle dışımızı

içimizden dışımızı, kaybolup gidişini, burada dur

burası güzel, bakınca bozkır görünüyor, bizim uzaktaki kardeşimiz

artık sevinmiyoruz, hep gülüyoruz, etimiz geriliyor

ademde başlayıp bende bitecek bu dert, bu böylece biline

sultanlar susmuş, görünmüyor artık posta güvercinleri

işte gene yaptım, bir şey bulup tutundurdum ona her şeyi

işte gene yaptım: kendimi bu seferde de vermedim kimselere

o zaman Türk sıkıntısı için üç kere: aşk ayrı

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Giresun’da Birdenbire Bir Merdiven

ben bu şiiri eninde sonunda yazacağım mustafa, sert bir şey olacak

bir merdiveni çıkınca birdenbire bir küçük adayla karşılaşmak gibi olacak

dönecek kendine, eğilip bir sarnıca taflan ve lahavle, eğilip kendime bu ne güzel bir an

yani bu şiir aslında yani mustafa o gördüğüm silah gibi olacak duvarda asılı

bir kızın gözleri gibi olacak incelikler içerecek çıplak olacak ve lahavle

bir düşün insanlık dediğimiz şey tam da gelip masamıza konmuşken

kara bir gölge gibi aramızda sağ siyaset, rahmetli turgut özal ve döviz paritesi

ve mesela yalanlar yani pardon kardeşim isa ve harun ve musa ve Allah’ın rızası

daha çok kanla mesela daha çok prezervatifle nişantaşında kafelere daha çok gitmekle

dur burada mustafa, biraz soluklan, bir çay iç ve başlasın dem ve kün ve lahavle

kanalı değiştirmek gibi merdivenden yürüyüp çıkmak, bir filmi tekrar izlemek gibi

derdest edilmişken, hazır konu açılmışken, kamuoyu yoklamaları tam da şimdi gelmişken

sığınmak istiyor insan abi, yapamıyor ne de olsa katlanamıyor kendine, eskiyor

hep beraber susmak istiyor, hep beraber dua, şükür, diğer teknik ayrıntılar

gece ağırlaşıyor mustafa, zaman doluyor, sonu geliyor her şeyin ve lahavle

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Ne Yapsak?

Eren Safi’ye

birdenbire oluyor bu: derin bir üzüntüye yaslanıp aramaya başlıyoruz

kayboluyor bütün yüzler, bütün resimler, her şey her şey

bir atımlık barutlarla o yalın gençliğimiz nereye gitti söyleyin

aramıza bunca yalanı, buncasını kim soktu, insan ne de çabuk yeniliyor

kendimden geçiyorum, bir eski sarhoşluk hali oluyor ve bitiyor

salıncak, söylediğim ilk yalan, ahlat ağacı, köy düğünü, her şey her şey

bu sarhoşluğa denk düşüyor şairlerin bomba gibi aramıza bıraktığı mısralar

üşüyorum, üşüyorum, beni örtün, beni örtün, belki geçer üzüntüm

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Uzaktan Kumandalı Arabalar İçin İlahi

çok mu yordular seni, yorsunlar, iyidir yaşamak için kışa doğru bir uzama

bir yalnızlık ortasında liman olan şehirlerin, zulasında şiir olan serserilerin

bilemezsin, uçurtmasız bırakan neyse rüzgarları tam da ondan ağlıyorum ben

bir ses bulmak önemli, o sesi çoğaltmak, bir kızın babasız kalışı, bir esmerlik önemli

uzaktan kumandalı arabası olmayan çocukların kulelere sataşması ve politik şiir önemli

içime doğru sıkılganım, içimden yorgunum ve söylüyorum bir korkunun şarkısını içimden

mevsim meyvelerini, manavları, eşi dostu, küpe çiçeklerini bana bıraksa da dünya

görenler anlatıyor

eskiden otururmuş, diz kırarmış

ve kurtarırmış kurtarılacak olanları

sonra bir yangın çıkmış

sadece geceleri içmeye başlamış sigarayı

yüzünü boyamış, yüzünü kaybetmiş

oy bile vermiş şu suratsız heriflere

uçuk mavi takım elbiselerle imge yapmış şekil yapmış

fıkra anlatmış kızlara asılmak için

işte böyle büyük reis, sen otururken neler olup bitti gene de Allah kerim

ovalara baka baka resimler birikti havsalamızda sonradan kaybedelim diye onları

babalarımızın çiftçi, babalarımızın işçi, babalarımızın şoför olduğunu unutalım diye

unutalım diye doğduğumuz yerlerde oynanan oyunları, bozkırın rengini

unutmayı unutalım bunca telaşın arasında bunca kirin pasın bunca kartvizitin

aczi unutalım, insanı unutalım, okyanusu unutalım, kitaplarda yazılı olanları

sonra bana şey dedi

ismail sen anlamazsın

böyle yürür türkiyede işler

böyle işte kariyer falan gibi yani

külkedisi masalı gibi yani

sadece geceleri çıkmayınca

sadece kendinle kalınca

memleketten gelen tarhanayı

eskiden evlendiğin karın

sofraya sofradan sofra

üzülme

gene de noellerde bir hatırlayan olur seni

bu ne büyük incelik dersin

anlayacağın eldivenlerimi giyip alışveriş merkezine gittim sevgili eren safi

inanmazsın ne kadar ucuzlar, çinliler yapmış be kardeşim diyerek

kendime bir çatapatlı tabanca aldım birikmiş puanlarımla, bir polis takımı sana da

bir de çoluğa çocuğa karışırsak, gerisi kızılca kıyamet

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Gündüzcü

çetin bir tartışmanın ortasında kaldık gibi geliyor bana, bir sıkıntının

ben bu şiiri ordan başlayarak yazmak isterim, kız gibi şiir olur bana kalırsa

bana kalırsa en iyi şiir orta ikide uzaktan sevdiğimiz hafta sonu kızlarıdır

göğe baktık, salıncak salladık, parka gittik, kırk yaşlarında bir adam gördük

parlak montlarımız vardı üzerimizde: sigaramıza ateş, ilk gençliğimize nefes istedik

vermedi

vermezdi de zaten

ama bu yüzden şair olmuş değilim, elimin kalem tutması çok sonradır

hem ayrı bir kompozisyonun meselesidir

ankaragücünün şiire pekala yol açabileceğini düşünmem de öyle

o dergi toplantılarından falan da oldum olası

derin kökler saygı duruşu istemez, denklem istemez, vakanüvis istemez

çok saygıdeğer oldu, çok efendimli oldu, çok oldu bu şiir, yazılmak ister öyle olunca

öyle olunca gözlerimi kapatıp depresyonlu falan filan höst ulan müslümanda depresyon olmaz

ne olur müslümanda anam babam iki gözüm, ne olur dünyada müslüman olmasa

ben işte böyle aksak bir ritmin akışıyla bakardım on beş yıl önce yatakhane camından

sonra gündüzcü oldum

servis penceresinden bir orospu gördüm

en arka koltukta sigara içiyordum

vallaha da gördüm billaha da gördüm

üzüldüm, şimdi anlıyorum neye üzüldüğümü, ama bunu sana söyleyemem

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Hiç Görmedim Ben Seni

“Mehmet Ali’nin anlattığı kayıkçı Yusuf’a”

sen o masada oturuyorsun, durmadan uykun geliyor, durmadan çay içiyorsun

ben esrarlı bir sabahtan aydınlık bir cumaya ağıyorum biliniyor kim olduğum

aklıma güvenmediğim ve biliniyor uzaktayım elma biriktiriyorum pul yerine

şimdi burada bir çiçek ismi ansam, yaz gelecek desem, bekleyelim

parlak fikir denebilir bulduğum cümlelere, iltifat edebilir bana insanlar

elimi sıkıp başarılarımın devamını dileyebilir, baş ağrılarım için bir koşu eczaneye gidebilir

ben denize inerim denize inince kızıllaşır sakallarım bir muharebe düşüyle

yusuf derim beni adana götür, beni götür, al götür, ısla da alnımı anlatayım

anlatayım yusuf: bu mavi yelkenin bu gemi azıya almış hayaletini, bu macera filmini

türk siyasi hayatını anlatayım canlı yayında, uykum gelsin çay içeyim

seninle bir anlaşma yapayım: iki şişe şarap karşılığında insanı anlat bana

insanı, hani şu durmadan sevişen, durmadan oy veren, durmadan yaşayan

tam da burada sen o masada oturuyorsun ben bir kuş sürüsü ekliyorum bu resme

canım sıkılıyor unutuyorum bir evimin olduğunu

unutuyorum, yeniden başlıyor benim uçsuz bucaksız sersemliğim

yusuf, sen ve ben bilmeden kardeşiz, yalnız benim yelkenim yok: uçamıyorum

______________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Teşehhüd

bu hafif yağmur böyle iyi, bu hafif baş dönmesi, bu inceden parasızlık

bu arkadaşlar böyle daha iyi, bu yalnızlık, birdenbirelik, bu hız vallahi

nemi alınmış kadınlar, duvar halıları ceylanlı falan süryani gibi

mert çocuklar bıçaklı çocuklar müslüm de dinlemiyorlar artık uykuları kaçıyor

hani yani bu böyle iyi derken büsbütün iyi olmayan şeyler de var tabii

mesela kızların bu kadar çabuk büyümesinden korkuyorum yalan değil

yalanmış gibi geliyor ama hayvanat bahçelerinde kavanoz içlerinde uyuşmuş yılanlar

ve pentagon

krallık yıkıldı prenses seni kimse öpmeyecek

vakit uzadı

gün aştı

sular yükseliyor

gotik de yazdım sonunda duyurulur şatolarında şarkı söyleyen derebeylerine

bir elif miktarı bir oturma bir ferahlık tanrım ne olur helva ve bıldırcın eti

fenni ilimlerden anlamıyorum

gözlerinden geçen neyse anlamıyorum

anlamıyorum niçin sonsuz bir yaşamak hayali kuruyor insanoğlu

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Bir Şey Anlatayım

sana bir şey anlatayım: bir kıyamet sahnesini

yerin dehşetli sarsılışını, toprağın kalkışını ve insanın bana ne oluyor deyişini

sokakları, tanımsız kalabalıkları, yenmiş ekin tanelerini, kış mevsimini

sonra bir geniş meydan bulalım kardeşim, oturup söyleyelim eskiyi ve yeniyi

olup bitsin geçip gitsin müzik sussun kadınlar evlerine saklansın biz geldik

erkekliğimiz geldi ağlamamız geldi bizimle birlikte başka şeyler de

dansa kaldırdık kızları, olmadık işler aldık başımıza, belalar sardık, yenildik

bu yenilgiden yeni bir yenilgi onardık ve düştük, sürdükçe sürdü yalnızlığımız

damağımız tutuştu, bir bardak su bulsak, bir ışığı açıp kapasak, bir nun, bir elif

kıyamet işte böyle kopsa, sana bir şey anlatırken, sana dair bu mısrayı yazarken

sana bir şey anlatayım: bir peygamber yalnızlığını

mağarada başlasın her şey, o samut gecede, o eşsiz bekleyişte

markus, durmadan okusun ilahisini ve işaret edip dursun gelecek bir zamanı

hay allah! bu markus benzemiyor başka markuslara, yakmalı bunu, etini kokutmalı

sürmeli bir çarmıh gibi değil, bir sürgün gibi değil, başka bir şey gibi değil

öyleyse oturup bekleyelim kardeşim, dahiyane planlar yapalım hayata karşı

kaslarımız gerilsin, belimiz yorulsun, yaşamak başlasın, dönelim kendimize

bunu biliyor olmalısınız: her terk edilmiş peygamberin bir şarkısı olduğunu

bunu biliyor olmalısınız: o geçen gemi değil hayalet, parlayan yıldız değil çöl ayazı

üşüdük mü, üşümemiz geçer mi, biz hiç asker olduk mu, sevdik mi günahları

esrar dede, esrarlı dede, patlat baba zulanı, yap bunu, yapılmayan bir şey kalmasın

sana bir şey anlatayım: bir kadının uzaktan görülen dişiliğini

ali yok, murtaza yok, kahramanlık öyküleri yok bilmiyorsun hiçbir şey

biz sokağa çıkınca balkonlardan sarkmıyor kimse, tenimizde aradıkları yok

bursa işi bıçaklarımızı dişlerimize kıstırıp pusuya yatsak, geçse sancımız

indirimli satışlardan yararlanıp ah o güzel istanbulun en olmadık caddesinde

bir ateşe yangın bir kıza kaçamak bakış bir kıvrıma tav bir masala kahraman olsak

kardeşim kara üzüm seversin sen bakışların her ne kadar türk olsa aşısız

bakışların deyip durmaktayım kadın deyip durmaktayım çaresiz masa başı sancısı

delikanlı yüreği kan postası sevip sevip uzaktan yakaları kalkık bir eşkıya

bildiğiniz eşkıya dürbününü rehin bırakmış sevdiğine yüzük almak için denir böylesine

içimiz açılıverir yanında kendimizi sakınmak için nedenler bulamayız akşam aşar

ay görünür türkü söyler, üşür tütün sarar, adam vurur namaz kılar, eşkıya budur

hüzün budur gece çöker sonsuz karanlığa bakar aklına efsaneler üşüşür bakarsın saz çalar

ah ne bileyim a yavrum ne etmişler gençliğine yavrumun kara yılan derim der annesi

dövmeleri kadar yaşlıdır mevlide ağlar ama görülmemiştir üzüntüden ağladığı

sana bir şey anlatayım: birinin birdenbire büyümesini

bezden bir bebeği varmış bir çocukluk hayali bir halden anlamaz babası

o yüzden ağlamış geceleyin düş kurmuş ses duymuş hayaletlerden korkmuş

şimdi titreyen ellerine bakıp iç geçiriyor dalıp gidiyor kimselerin bilmediği ormana

ormanda avcılar ceylanları vuruyor açılıyor ormandan ölmüş bir sevgilinin ellerine

elleri var sevgilisinin kimseye anlatamıyor elleri var derinine bakan bir çift gözü

kurtulup ileri atılmak için kardeşim bu eller benimdir sanmak isterim oyun oynamak

kandırırım kimseleri bulamazsam kendimi onu bulamazsam mevsimler biter birden olur

uzakta tek başına bir ağaç görünür evin penceresinden takip edilince büyür bahane olur

yaşamaya bahaneler bulur her gün bir yenisini her gün aklına mukayyet olmak için

yoksa şizofren bir ruh dalgası yoksa anlatım bozuklukları çırpınışlar gelip gitmeyen

gitmeyince bitmeyen kafiye için değil sahiden bitmeyen karabasanlar yaşamamaklar

sokakları doldurup sokakları ah o anlamsız o başka bir şey tarif eksik sözlük yok elimde

elimde ölmüş bir sevgilinin elleri dışında kanıt yok doktor bir de babası söylemiştim

ölmeyi ben istemiştim delikanlılığımda bir işaret fişeği mavi bir sıkıntı olarak şimdi bak

ne olur tanrım ne olur bize bak ellerimizden tut biz üşüyoruz üşüyoruz üşüyoruz

sana bir şey anlatayım: bir şairin eve dönüşünü

anne ben geldim, bin yıllık yaram geldi benimle, aklımın son karışıklığı

o sonsuz masala kafamı bastırıp uzakta olmak biraz da acı çekmektir demek için

bezden bir bebek getirdim kardeşime, çilekler bitti konuşurken, korku dağıldı

lacivert bir gökyüzü beklerken biz, yaz geldi, ergen oğlanların kaçamak bakışları

ben ne anlatsam yarısından fazlası eksik kalıyormuş gibi: susuvermek

“oysa menenjit yüzlerinde kan bırakmaz sarartır çocukları” diyerek tekrar başlamak

kaldığımız yerleri, yalnızlığımıza patlayan, içimize akan ne varsa ah işte unutmadım

kareli gömlek giydim biriyantin sürdüm alet oldum nefsime intikam alıp verdim bu değildi

annem ağladı dağ gibi büyüttüm anlam aradım dilim sürçtü önünüze belki bir gül düştü

kimseler bilmesin evimize kimseler gelmesin artık üzülmeyelim parka gidelim

sana bir şey anlatayım: bitmeyen bir sıkıntıyı

geçermiş kanın damardan bıçağın etten geçişi gibi ay vakti olurmuş bakarmışız abartı

ihtiyarlar parkında oturup meydanları halkları mesela bir kadını ıskalamayı

varolan bir şey değil bir ıslaklığa dokunmak, galiba söyleyemem

bir çocuk kardeşim yığılıp kalıyor kollarıma ses arıyorum bağırmak bağırmak için

bu amansız takip bu olmadık tütün sancısı bu haksız rüzigar bende bir yeri biriktiriyor

bende bir yer var:

oradan usul usul dönüyorum bir elimde asayı musa diğerinde züleyhadan kalma sadaka taşı

dünya durdukça aşk durdukça isyan ya da devrim durdukça ben de durup duracağım oldu mu

bileğime burjuvanın sevdiği o çiçekten çizip çizip sonra sileceğim oldu mu

bir şiir var ham erik gibi vadedilmiş kızlar ant içilmiş incirler gibi bir şiir

ben onu bulup ayrılacağım aranızdan oldu mu

sesim birden hırlamaya dönüşecek bunu beklemiyordunuz kimse beklemiyordu

yalan da olsa çocukluk girilir çıkılmaz bir ırmak olsun, aramızda kalsın, ben sizi seviyorum

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Zaman İlahisi

plan yapıp emirler veriyor hayaller kuruyorlar, ne kadar da rahat yaşıyorlar

zannederek kendilerinden başka biri olduklarını, başkalarını yağmalıyorlar

oysa atlarda aranır asalet, karanlıkta aranır ses, sonunda insan savunmasız kalır

daha anlatacaklarıma başlamadım bile desem: bir çınarın altı bir yıldızın gölgesi

en iyisi ben bu şiiri yazmayayım, ben yazarsam her şeye yeni baştan başlarım sanılacak

ben yazarsam belli ki sıkıntı basacak ekranları başındaki milyonlarca insanı

güzellik maskelerini, maskeli baloları, askerleri ve iyi görünümlü bayları sıkıntı basacak

kimseyi kandıramayacaksın genç dostum diyecek, sanki ben bilmiyorum rulet oynamayı

sanki ben bilmiyorum rulet oynamayı, sanki bilmiyorum ata binmeyi, çiçekleri sulamayı

fakat yirmi birinci yüzyıl acımasızdır, kıstırır okuma bilmeyen çocukları köşeye

malum, bu günün kızları ağızlarında çiklet yerine jilet taşımayı tercih ederek büyürler

büyür sıkıntı. denir ki işte amerika /yaşasın/ ve parlasın bizim yüz vatlık ampulümüz

çocuklar tersinden sökerler alfabeyi: ilk iş yüzme öğrenirler bu çılgınlık denizinde

bacon tablolarını korkunç bulmayı korkunç komik bularak patlatırlar şarkılarını

tırnak aralarındaki kirleri önemsiz zannederek, kızlarını global dünyayla paylaşarak

paylaşmayı değersiz bularak ve ileri ve durmadan bam diye bir kaypaklık

kaypaktır artık eski tüccarlar, pazar dengelerini önemseyerek yaşamaya başlamışlardır

drama önemini yitirmiştir, dünya kaybetmiştir dengesini, kimi şairler romantiktir

dondurma gibidir dizeleri, ucuz diziler gibidir, kimselere yoktur faydası

vaaz etim, anlaşılır bulundu şiirim, sanırım şaşırttım ekabir takımını, öyle değil mi tenekeci

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Yirmi Bir

çokça sıkılıyorum sazımın talaşları dökülmüş gövdesinden kuş çıkmıyor sakarya

sözlük okuyorum s harfine gelince selamete erişecekmişim belki diye sakarya

dördüncü sınıfta el yordamıyla aşık olup haşlanmış yumurta ve sanayağlı ekmekler sakarya

nedense adını unutmuşum, sözlüğün s harfinde arıyorum siyah saçlarını sakarya

onlar servise biner benim evim yakında ve memur çocuğu değilim beypazarlıyım sakarya

yüksek sesle okumamalıyım bu şiiri, pelteğim sahi, tırnaklarımı yiyorum, bir de sakarya

o köyde o Allah rızası kokan erkek odalarında parasıyla yatılılık ve fazladan dayak

islami hareketin kökleri: arkadaşlara gönderilen alman çikolataları ve fazladan hipnotizma

elbette vird ve varidat ve müslüm gürsesin yasak oluşu ve melek sinemasında ve fazladan

kandinsky ve mahmud sami, hayy bin yakzan ve milena ve fazladan kaf(k)a karışıklığı asitli

ilk duman ilk iman ilk insan ilk isyan ilk engizisyon ilk kafir ilk müslüman ve fazladan sigara

sabah kahvaltılarında bir türlü kurtulamadığımız uyku ve şişko kızlar gibi kokan yumurta

hatta aramızda kalsın, altın silsileden mevlana halid-i bağdadi ve ian dallas

sonra briyantin ve nefesin ilk kesilmesi bana bir şey oluyor erkek oluyorum bana bir şey

zafer çarşısında siperde bir komutan gibi o köşedeki sanat atölyesinde bunca güzel sezen aksu

siyah saçlı sarı saçlı örmüş saçlarını dökmüş omzunun üzerine dönmüş bana bakıyorlar

yalan söylemeyi de öğrenmeli insan bir davası varsa bırakıp gitmeli kızları afiş asmalı

sahi ben böyle mi büyüdüm. yani tam olarak o baştan çıkarıcı şarkıları dinleyerek

o kızı yüksek sesle severek, tedirgin ve mahcup şiirler yazarak, yorulduğumda soluklanarak

ben asılsız ihbar çıksam şimdi, beni aramasalar, beni kapasalar 49 nolu bir odaya

daha nasıl anlatsam şu olup bitenleri, bu meydan savaşını daha nasıl anlatsam

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Uzak İlahi

bir şey var: bir rüya bir kadın görüyor

bir şey: eksile eksile ve birdenbire

içimde inleyen yaralı bir köpekmiş meğer

ben onu yıllarca, bulamadım şimdi neye benzettiğimi

bu steril, bu karanlık sokakta, bu kıyamette

kim kimi vurur, kim ölür kim kalır, kim artar bu savaştan

şövalyeler, mimarlar, papazlar, şarap mahzenleri, poker

bu steril kaldırımda a benim kara kuzum, bu sevişmesiz saatte

kabul, herkes kendi içinde kıvrılsın, kendine sorsun soruları

kabul, mesela yere düşen bir çocuğun alınmasın intikamı

yaşayalım: yaşadıkça diyelim ki işte bu birinin öyküsüdür

korkusundan kimselere anlatmaz gene de bilinmelidir

sarı toprak, sessiz yortu, kimine sıcak yatak belki bir ıslık

şeytan kovan ayini, kesilen horoz, atlanılan kül, dökülen kurşun

yani ki derinden derine öyle olmadığına inanmak

neye sayarsanız sayın bilinmez bir köşede kimin kime ne ettiği

ben, kalıpları, imgeleri, dizeleri tekrarlayan biriyim

bilemezsiniz, hem yeşil gözlü hem şaşkın hem epeyce iriyim

sıkılırım bazen avcumun terlemesinden bilirim sıkıldığımı

ölürüm genellikle: hepiniz ölürsünüz, bunu bir tek ben itiraf ederim

“uzak ilahi” koydum şiirimin adını, okuyan anlasın istedim

“kar yağıyor” da olabilirdi örneğin, bu da anlatırdı olanı biteni

kızımın buğdayı, iyilerin duası, devrimci bıyığı ve falan ve filan

ayağa kalktım, su içtim, parmaklarımı kütlettim ve bitti

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Romatizmin Yeniden Keşfi

     Tarık Tufan’a

saymadım. bu bilmem kaçıncısı olacak bu vişne tadını alışımın

bir kar yağacak, bir göle bakıp hisleneceğim

gece geç vakit acele acele bir şiir bulup unutacağım

böyle olacak romantizmi yeniden keşfim, böyle olacak vişnenin tadı

hem zaten ben sonbaharda doğmuş biri olarak

hep uzaktan sevmeyi hep uzağı sevmek sanarak

varıp gidip bir şeyh efendinin elini tutmadım mı

bir kaşık, bir çorba, yeterince ritmik yeterince tok

ve esnaftan biri olan babam bana hep romantizmi öğretmedi mi

öyleyse nedir keşfetmek istediğim

öyleyse nedir bu göle, bu karın yağışına bakıp

karın yağışı bende başlar: karın içinde bir şarklı şair gizli

şark dedim: oyuna yeniden başladım

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN