Eyl, 2010
Çok Şizofren Bir Aşk
Çok şizofren bir aşk bu
Ersöz’den alıntılanan
Mektubu henüz yazılmamış
Yazılmamış çünkü okuyanı yok
Oysa anlatılması gerek uzun uzadıya
Dem vurulması gerek, biraz felsefe, biraz mitoloji gerek
Yüce duguların yüklendiği küflü sayfalar
veya
basit düşüncelerin sıralandığı yaldızlı varaklar
tutunmaya çalışırken farketmeden yokeden
uzatmadan elini, acımasıca tersinden okuyan
anlamlar en olmadık, en uç noktada
sonuçlar en başta
göze alınamayacak kadar ürkütücü
vazgeçilemeyecek kadar içten
tekil;
başkalarının tekilliğini dert edinecek kadar
başkası/başkaları gibi
korku dolu
ağır, sözler ağır
ürkek, düşünceler ürkek
sözler bitti, düşünceler bitti, aşk bitti şizofren.
___________________________________________________________
Erdoğan KARA
Tem, 2010
Turkuaz Melankoli
Yeşillikler
Kırmızı çatılarda güneş ısıtıcıları
Araba yıkayan etnik
Kısacık etekler-Enva-i çiçekler
Beyaz mor sarı ve daha niceleri
Bir senfoni serenomisi kuşlar
Balkondan sabah ezanı zeytinleri izinsiz götüren kargalar
Ve denizden bir bulut gibi dalga dalga
Üzerimize aydınlığını dökerek yükselen sabah..
Altıncı günün gözyaşı
Recep
Enva-i yiyecekler
Her yöne dönen dil
Bir minik kutuda birkaç simit bir koca kandil
Parlayan gönüller serüveni
Sonsuzluğa açılan ufuk
Gittikçe büyüyen doğa
Dallar arasından fışkıran gül
Yeşil yapraklara sarılan dua.
Cd
Dvd
Kasetçalar
Temmuz sıcağında zemheri
Alice harikalar diyarında
Kendini terk eden aile
Körebe saklambaç ve hercai çocuk oyunları
Karanlığa göz kırpan aydınlık
Gölgeyi bekleyen mesture
Kurşunu bekleyen yetim
Bir mirac gecesi
Bir Cuma sabahı
İliklerimize
Cennetten bir rayiha gibi esen serinlik.
Ufka uzanan masmavi bir deniz
Uzakta bir nokta balıkçılar
Bir abi bir boynu büyük kız
Umursamayan bir baba
Çamur
gittikçe küçülen zaman
gittikçe büyüyen hafta
sol kolda sızlayan bir dünya
akşamı bekleyen ezan çiçeği
unutulan bir sofra
zamanın dışa yansıyan kıskançlığı
yıkanan çamaşırlar
ve dallarda bayıltan ıtır , beğonya..
iki minik fatih
geleceğe imza taşıyan iki gür palabıyık
hatıralara saklanan akşam sefası
huzuru bekleyen yağmur
büyük abla şirin esma nur
sonsuzluğa açılan turkuaz kapı
yalnızlığa merhaba diyen canlar sofrası.
İki sönmüş ateş
Bir masa ve çevreyi süsleyen bir sürü kardeş
Caharı se
Düşeş
Bir narin dudaktan dökülen dize” severler güzeli genç ise”
İçleri yakan asude ses
Çaya üflenen aşk
Ve gittikçe girdaba dönen nefes..
Bir tutam mazi bir demet ince hastalık
Narin bir çift kol çayı döken ızdırap
Hatırası bin yıllık acı şekeri erimeyen çile
Süslü boncuklar, takılar, her lahza mahzun bakış
Ve ciğerlere işleyen tevekkül
Kelimelere müdahale eden ılık rüzgâr
Topu topu dört basamak aşılması gereken yüce dağ
Sineler yakan resim sineler okşayan manzara
Bir demet kasımpatı
Dostun tebessümüne sığınan hayat ve rüya..
Zamana hayıflanış..
Sonbaharı kendine çeken kış..
Yüreği kavuran bir buruk veda..
Temmuz/2010..İstanbul
____________________________________________________________
İbrahim ZARİFOĞLU
Tem, 2010
Betimleme
Tatlı bir telaş ruhumda
Yüreğimin sesinde kızıl kıyamet
Üzerime geliyor dev binalar
Yanıbaşımda boynunu bükmüş alicenap çınar
Edalı bir çocuk gibi kuşkonmazlar…
Hangi mevsime sokulsam
Bir gelin havası boynumda siyah kaşkol
Hangi renge sığansam
Ağzını kapatmış bir kış
Sessiz bir ikindi ve kar
Ressamın tebessümü sonrası.
Denizler içimde bir bardak soğuk su
Şiirleri terim diye siliyorum
Bir nokta duruş bir atımlık nefes
Kaleme sığınmış çoşkulu şairler
Çok uzaklardan gelen posta korkusu.
İşte göründü kıyamet
Bahçede durgun bir su havuz
Ağaçta son kalan kiraz
Son ötüşü horozun
Gökyüzü çıplak mavi
Toprak kaymaya görsün..
Usul usul çıkmak merdivenleri en büyük ömür..
Hatırası eski tanış bir rahle kokusu.
Haziran/2010..İstanbul
______________________________________________________________________________
İbrahim Y. ZARİFOĞLU
Haz, 2010
Aç Yüreğini
Aç yüreğini
Kızılca kıyamet kopmaz
Sevebildiysen övünç duy
Korkma birşey olmaz.
______________________
Erdoğan KARA
Kalıplarım Buzdan Heykel
Farkındayım artık dizeler nasıl değişiyor..
Nasıl sıyrılıyor kabuğundan
Nasıl renklileşiyor harfler
Anlamlar nasıl farklılaşıyor
Dizilim gelişim iç bilgelik
/Orijinallik/ Özerklik/ Değişim/Evrim
Embrace/
Inspiration/
Özgürlük, yumurtadan civciv çıkarmak ve ya bir damlacık sezgi
Nasıl da arz-ı endam ediyor
Bir minik katrede cihan.
Varolmak istiyorsan bir nebze hayatta..
İşte modernizm işte Sahn-ı Seman.
Nasıl da sarsıyor yeni kelimeler şiirin engebeli tümsek beynini
Ve nasıl darbe vuruyor zamanın kristal tekerliklerine.
Şimdi kendi içimde kıvrım kıvrım bir yolum
Maksud-u menzili belli olmayan ..
Geçen her an’ın çekerek üzerine şeffaf perdeyi
Öylesine debeleniyorum sarı çizgiler üzerinde.
Yeniden ve aceleyle yuvarlanıyorum kendi kalıplarımın içerisine
Farkında olsam da mevsimlerin alel-acele değiştiğine
“Su boğar ateş yakarmış “/ kimin ne umuruna ;
Ben buyum işte
Kalıplarım buzdan heykel.
Film seyredenlere selâm olsun..
Nisan..2010..İstanbul
____________________________________________________________
İbrahim Y. ZARİFOĞLU
Nis, 2010
Bitmeyen Gül Kokusu
Varlığın, varlığımız oldu tuttu ellerimizden
Mavi gök kondu bir güvercin gibi minberine
Grift bilmecelerdi sorulan sualler Ey Can !
Tatlı tebessümün çözdü bütün dertlerimizi..
Sözlerin ilahi bir söylem
Andıkça adını sararır benzimiz /tutulur nutkumuz
Varlığın ebedi bir nûr / sönmeyen tutkumuz
Bitmeyen bir gül kokusu oldu hayatımızda..
Konuşurdun Ey Sevgili Resul !
Bahçeden önce , yüzünde açardı nadide güller
Hurma dalları arasından sessizce gelirdi güneş
Meltem olur serinletirdi sinemizi..
Adını anmak hayatımızın bereketi
Veçhin rüyalarımızı süsleyen en nadide çiçek
Bir sade sünnetinden bahsetmek
Sevincimizi artıran bayramdı Ya resulallah.
Rabbin aşkı üzerine sinmişti /manolya kokusu idi zaman
Öyle buyurmuştu bir defasında sevgili annemiz :
Senin soran bir dostuna : “O sav yürüyen bir Kur’an “.
Sevince gark olmuştu , yüzyılların sığındığı an..
Mehtap parlaklığını kıskanır
Avare olurdu yıldızlar yanı başında
Dertli idi gökyüzü ,yeryüzünden
Dökülürken zaman ayaklarından / mucize ellerinden.
Şimdi hep hasretiz gül yüzüne
Hasretin yakıcı bir çığlık içimizde
Kıştayız , baharın komşuluğuna razıyız Ey Can Sevgili
Bir lahza olsun tut gönüllerimizden..
nisan/2010..İstanbul
_________________________________________________________
İbrahim Y. ZARİFOĞLU
Mar, 2010
Artvin Fotoğrafları
Artvin Fotoğraflarımız instagram’da:
Şub, 2010
İçinde Benin Olmadığı Benler
Şimdi kor bu ben, kendim; ve sen yoksun ya gerçekten
Neler neler yok olur hayatımda bir bilsen
kırk katır mı kırk satır mı bana dersen, ikisi de derim
kendim buldum ya kendim ederim, koy ki ‘etti buldu’ desinler
yemin ederim, kaç kefaret gerekirse gereksin, al işte
içimde kaç dönüşü olmayan gidiş varsa o kadar dönüşüm vardır sana
u dönüşünün olmadığı upuzun caddelerde bile
hatta ve hatta kavşaksız yollarda
arkandan son sürat züppe suratlar kovalasa da
ama korkma sen, kaç ben bulursam seferber, inan buna hepsi seninle
kalan içinde benin olmadığı benler sadece.
bu nazar boncuğu, bu televizyon ve bu ceket köşede
misilleme, yaygara, kovalamaca, şamata
uzun uzadıya
bunların hepsi de
sen yoksun ya
ya da sen varken de sen yokmuşçasına
insanın kanına dokunurcasına, yorarcasına, inadına inadına
bak aldım işte nazar boncuğunu, unut gitsin, olmaz mı
hepsini unut:
arabaya benzin koymayı,
cevapsız çağrıları, mesajları, şişman şişman yastıkları, vapurda el sallayan kızları
hatta kızılcık şerbetini bile unut,
bu unuttukların bahanen olsun, tıpkı gidişteki gibi
unut ki dönüşü olsun içinde benim de olduğum benlerin.
___________________________________________________________
Erdoğan KARA
Şub, 2010
Yazgısını Yarına Erteleyen Şafak
İşte içimde tutuşan saman alevi
Yazgısını yarına erteleyen şafak
Kin kokan merhaba /ateşi zemheriye dönen ocak
Köşede mahzun sardunya
Dalları renge bulanmış.
Koca derviş Yunus
Aziz Mahmut Hüdaî /karşı kıyıda yuşa
Kış çıkıp gitti odamızdan
Ruhumuz nurdan heykel
Yüzümde temmuz sıcağı.
Eylülü bekliyor siyah kanatlı beyaz göğüslü kuşlar
Belli ki hatıralarında deniz /çılgın gökyüzü uçurtmalar
Çocuklar gibi çırpınan dalgalar
Kim koydu bu yaşlı pencerenin pervazına
Hatıraları eskiyen bu nadide saksıyı.
Mevsimler titriyor üzerime
Esen yelleri taşıyor hatıralar
Kan damarlarımda Filistinli bir rüzgâr
Kıskanç badireler atlatıyor dizeler
Bir şiir ki güneşten çıplak yüreği som altın.
Kar yağıyor çok sonraları yağmur
İzler sana götürüyor yalnızlığımı
Acuze gönlüm sende ne olur dost bil beni
Dere yine yalnız akıyor/Sesi hayâlim
Eteklerinde sessizliğe bürünmüş yüce dağ..
25/10/09..İstanbul
________________________________________________________
İbrahim Y. ZARİFOĞLU
Şub, 2010
Kumunda Tuz Taneleri
İstanbul’u beklerim her akşam kıyılarında
Uysal boğaz mavisi olur bakışlarım
Yakamoz koyarım avuçlarıma
Sıyrılır ruhum bedenimden
Dostların hiç haberi olmaz..
Rumeli Kavağında eser bir deli poyraz
Gelir aklıma Kanlıca da cinci Niyazi
Kandillide sönmeyen kandil olurum.
Damlar yıldızlardan bin çeşit ışıklar gözüme
Yüreğim bi-perva/ Rüzgâra inat /
Duygularım yedi tepede /
savrulurum..
Sonra kısa bir deniz sefası
Karşı kıyıya geçer Üsküdarlı olurum
Eskiyen yüzüne el sallarım Beşiktaş’ın..
Atarım taşlarla selamlaşan köpüklere gönlümü bir lahza
Sinan ki cadde boyu yoldaşım
Çamlıca da düşer içime kara sevda
Çatılır kaşlarım Fatih olurum .
Pala bıyıklı yeniçeri tutar kolumu
Karalar bağlar Akşemseddin
Çarpar kubbelere hıçkırıktan sesi
Ruhumda bitmeyen heyecan
Ah neredesin şanlı fethin nefesi
Umuda boğulurum.
Konarım taşı cevher bir kıyıya
Ak kanatlı deli martılarla dost olurum
Yüzü koyun uzanırım
Ah tanıdığım menekşe kıskanç Florya
Kumunda tuz taneleri..
Bir türkü tuttururum içinde İstanbul
Benden gayrı kimseler duymaz.
Yeni bir İstanbul olurum..
Fatih/2000
________________________________________________________
İbrahim Y. ZARİFOĞLU
Karacaahmet
Serviler yalnız değildir: Girift bir hüzün kokar
Eteklerinde sessizdir dostlar.
Zaman narin bir kuştur hep konar dallarına
Düşerken her gün yeni ömürler sessiz tarlalarına
Minik tepelerine uğrar asude mevsimler
Zemheri çökse kıyılarına hem kar yağsa üşümez burada eller
Burada bir garip yazılır bir garip anılır isimler/
Çığlıktır basılan son mühür /
Gülleri hem menekşeleri su istemez
Çehreleri buz kesmiş çiçekler çizilir
solgun mermer taşlarına..
Burada selâm son kelâmdır.
Hüzün içredir kendince mavi gökler.
Suskundur soğuk mermerlere konmuş güvercinler.
Bu belde ki ,
Her gün misafir eder nice bilinmez alemleri
Saklarken sırlı düğüne mücevher kolyesini
Yinede bahtiyardır istanbul
Yağmurlarla yıkarken gözlerini..
2001/ Karacaahmet
________________________________________________________
İbrahim ZARİFOĞLU
Şub, 2010
Sensiz Ne Yazsak Be İstanbul
Islatmakta bizi bir can gibi Çamlıca’dan gelen yağmur
Titremekte kalbimiz seni andıkça her dem Topkapı
Bir alev olmada ruhumuz değişmede kandillide ufuk
Sen ki gönlümüze nurdan bir taht kurdun
Sensiz ne yapsak be İstanbul..
Keşmekeş duygular nedendir hep geceleri misafirimiz olur/
Yıldızların yanıbaşımızda avare turkuaz
Tutarak gündüzlerin aydınlık perçeminden
Gelir oturur yanımıza tarifsiz sıska yalnızlık
Sen ki bakışlarımıza hep hayal olursun
Sensiz ne yazsak be İstanbul..
Düşer yaşlanan mazinin dudaklarından/
Üzerine gölge gibi sarkar yaşlı tarih ki nemli surlarından
Her dem terennüm eder atinin içli şarkılarını
Sevdanın ritmidir üzerimizde mehtap
Ürkeriz korkuya yaslanır gibi anılarından/
Avare duygulardır modada bekleyen
Her lahza bir çığlıktır serseri dalgalar kıyında
Kapatır denizi Kocamustafapaşalı konak
Kırlangıçlar geçer üzerimizden martılar
Dolanır en hisli sevdalar boynumuza
Sensiz nasıl şiir yazsak be İstanbul..
Zeytinburnu/İstanbul
_________________________________________________________
İbrahim Y. ZARİFOĞLU
Oca, 2010
İbrahim Yavuz Zarifoğlu
Maraşlı Zarifoğlu sülalesinden. Anne tarafı 1800’lü yılların başlarında Kastamonu’dan İstanbul’a göç etmiş bir aile. Hanoğulları ismi ile maruf. 1957 Şubat’ında, İstanbul/Fatih/Hırka-ı Şerif’te dünyaya geldi. İstanbul’un sur içini ve dört cephesini iyi bilen şairin bu şehre ait anıları duygulu ve çok zengindir. Hayatının dem tutan anları hep bu mübarek şehirde gizlidir. Babasının asker oluşu, bu cennet vatanın çok köşesini görme imkanını verdi.
İlk ve otaokulu Gaziantep ve Ankara, liseyi İstanbul ve Maraş, yüksekokulu ise 1980 yılında İstanbul’da tamamladı. İlk istanbul şiirlerinin tarihi 1980’li yıllara uzanır. Ancak yeniden toplanarak düzenlenmesi 2004, kitap haline gelme düşüncesi ise 2009’da tamamlanır. Şair İbrahim Zarifoğlu’nun Türkiye genelinde açılan şiir yarışmalarında; derece, mansiyon ve jüri özel ödülleri bulunmaktadır. Özel ve kamu kuruluşlarında yöneticilk yapan şair 1980-1996 yılları arasında dönem dönem İstanbul’un güzide liselerinde ücretli edebiyat öğretmeliği yapmıştır. Evli ve altı çocuk babası olan şair, bir kamu kuruluşunda halen yönetici olarak çalışmaktadır. Şairin bugüne kadar yayımlanmış 6 adet şiir kitabı bulunmaktadır.
Kempinski Hakkında
1897’de kurulan Kempinski Otelleri Avrupa’nın en köklü lüks otel grubudur. Kempinski’nin kusursuz, kişiye özel servis ve mükemmel konuk ağırlamaya dair zengin mirası, mülklerinin ayrıcalıklı ve özgün oluşlarıyla tamamlanmaktadır.
Bugün 29 ülkede 66 beş yıldızlı otelden oluşan bir portföye sahip Kempinski, portföyüne Avrupa, Orta Doğu, Afrika ve Asya’da yeni mülkler eklemeye devam etmektedir. Her mülk, Kempinski markasının gücünü ve başarısını, kişisel mirasını yitirmeden yansıtmaktadır.
Kempinski portföyü tarihi simgesel mülklerden, ödüllü şehir otellerinden, olağanüstü kıyı otellerinden ve prestijli rezidasnlardan oluşmaktadır. Her bir otel, misafirlerinin Kempinski markasından beklediği kaliteyi barındırırken lokasyonunun kültürel geleneklerini de kucaklamaktadır.
Global Hotel Alliance’ın (GHA) kurucu üyelerinden olan Kempinski, dünyanın en büyük bağımsız otel ittifakıdır.
Ek bilgi için irtibat:
Çiler İlhan, Halkla İlişkiler Müdürü ▪
Çırağan Palace Kempinski İstanbul ▪ Çırağan Caddesi 32 ▪ Beşiktaş ▪ 34349, İstanbul
Tel. +90 (212) 259 03 73 ▪ Faks +90 (212) 259 03 72 ▪ ciler.ilhan@kempinski.com
Oca, 2010
Uzak Sevdalar
şimdi çok uzak sevdalar yağmur gibi buluttaki
yok imkanı çiselerin şafağında sabahların
ya da nakaratı gibi ismi konmamış şarkıların
off
ne kadar da zor uzak sevdalar keşke bir bilebilsen
bir anlasan
esmeyecek bir rüzgarı beklemek kadar sıcak
ya da yağmayacak bir yağmuru beklemek kadar kurak
sıcak, kurak, uzak
ne bir esintisi var gam dağıtacak ne de bir damla yüreğe serpecek
gönül daha da avare henüz kabaracak
anlatsak keşke bütün masalları bütün bildiğimiz, okusak şiirleri
dinlesek şarkıları Kral’dan dilediğimiz
demir atsak sevdalara uzak diyarlarda
off ya aklım darmadağın yakından sonra üç nokta yan yana
ne kadar da zor tanımak, varmak ne kadar kurak bu toprak
hiç yalnız kalmasın sevda hatta hiç olmasın uzak
ateş de olsa ortada
ruh galebe çalsa dalgalara ulaşsa ve baharlara yağmur yağsa sonra güze
söz ağlasa uzak sevdalar kıyıya vurup ulaşsa
ve sonra ben bir şarkı okusam bütün sevda/lı/lara
yazmak zorundaysan eğer yazma beni yazma şiir
resim de koyma kenarına
altına yazma ismini resmin şiir de yazma
zor olan olmaksa
off
yazma beni yazma şiir
saat sıfırikiotuzüç şimdi otuzdört oldu tam bakarken saate
deniz sakin yağmur bulutta henüz rüzgar uzakta
saatler var ulaşmasına sevdalarım gibi
sevdalarım gibi uzak sevdalarım gibi tıpkı
keşkem
sevsem
________________________________________________________
Erdoğan KARA
GİDİŞ
Sağol çekip gittiğin için
Ve yine sağol
Çığlığa aldırmadığın için
Kuru ağaçtan dökülen bizdik, savrulduk
Ben en kuytu köşeyi seçerken sen
Bıraktın kendini rüzgara
AHAŞENDEKİ EV
Siz uzaklardaki siz,
ben Ahaşendeki ev
zamana inat varlığım
bitmiş değil, tükenmiş değil; yorgun ama
hala temsili durumunda geçmişin
bütün yıpratışlarına karşı havanın, suyun, alevin.
ŞİİR MEVSİMİ
şimdi şiir mevsimi yazmaya az kaldı bahara
kışlar kendilerini avutacak eski resimlerle başka iklim kuşaklarında
beni ben yapmayan beşeri duygular ellerde
şimdi şiirler de mevsimsiz öncesinde resimler de
YENİ HATIRALAR
Yeni hatıralar var, senli ya da sensiz
Çizgiler, resimler, şekiller, yan yana anlamlı ya da anlamsız,
Kanayan yaralar,
içinde ben yok, bensiz hatıralar
Koyamadığım bir kenara, içime yakarcasına bakan
Daha fazlasını oku