Beyaz bir atın yelesine tutunup
Bembeyaz, apak bir düşe sarınan
ve
Kar beyazı bir dağın tepesine savrulan
Sevgili…
Sabahlarına çiğ düştü.
Kirpiklerin kamaştı gün ışığından.
Göğsün sevda yanığı.
Ellerine sinmiş tütün kokusu
Kır düşmüş saçların,
Son çağ bilgesi mührü..
Sen umudun çiçeğinin peşinde
dönenip dağ-bayır
Şehirde
Tüm düşler gözünü ufka dikti.
Kalın bir duman bürüdü
köprüden geçen son
-sarı plakalı- taksiyi.
Şoför küfretti gişe memuruna.
Sonra konuştu içinden kendiyle:
“N’olurdu, bir dağ tepesinde,
Yemyeşil bir ovada ya da,
Gütseydim koyunlarımı.
Dilimde umarsız bir türkü,
Öf, ne bitmez çileymiş benimkisi”
“Neden durduk?” dedi müşteri gök gözle şoföre..
“Görmüyor musun abla, sağda bir kaza olmuş”
Ağır ağır yol alırken sarı boyalı taksi
Sen düşlerini koynuna alıp
Sis dağı’nın içinde, kendi suretini bulmaya çalışıyordun
Bin bir çabayla.
Yaklaştıkça,
Sis bulutunun içinde boğuldukça,
Kendine yabancılaştın..
Korktun kendinden ve
Ecinni hikayelerinden.
Bin parçaya
Bin bir parçaya
On binlerce su damlasına bölündün
Korkuların eteklerine yapıştı,
Aldırmadın.
Üstüne üstüne gittin gerçeğinin
Bulduğunda kendini,
Başı bulutlara değen
Ak sakallı,
Ak gömlekli
Ak dilekli dede
Halindeydin.
Gülümsedin tombul, pembe yanaklarınla kendine..
“Yıllarca aradığım kendim,
Buymuş demek ki” dedin..
Yer yarıldı.
Ak sakallı
Ak dilekli
Ak gömlekli dede
Gökkuşağı gibi bölündü yedi renge
Her bir renginden bir çiçek
Her bir perçeminden bir aydınlık
Her bir ak kanından, ay yüzlü huriler döküldü ortaya
“İyi ki geldim bu tepeye”
İyi ki Tanrıya bu kadar yakınım..
O’nun eline, yüzüne
O’nun nuruna hasretliğim getirdi buraya beni..
Ve ben hep seni arayıp bulacağım
Seni bulmak için binbir dona girip
Milyon parçaya bölünecek
Kendimden vazgeçecek
Kendime dönenecek
Kendimle yoğrulacak
Sana varacağım…”
27 eylül
pazartesi
gece 03:34 2004
___________________________________________________________________________________________
Melek Demir GENCO